‘Kış Uykusu’ Özelinde Türkiye’de Aydın Tanımı / Aydın, Münevver, Entelektüel Kavramları

Ülkemize otuz iki yıl gibi uzunca bir aradan sonra sinemanın en prestijli ödüllerinden biri olan ‘Altın Palmiye’yi getiren Nuri Bilge Ceylan filmi “Kış Uykusu” üzerinden aslında ülkemizde uzun yıllardır tartışma konusu olan hatta Kadir Cangızbay’ın da “Aydın mı Münevver mi?” adlı makalesinde değindiği Türkiye’de aydın tanımını okumaya çalışacağız. Öncelikle filmin oyuncularının başarılı ve bir o kadar da gerçekçi canlandırmalarının yanı sıra filmi ödüle götüren bir diğer önemli etmenin senaryo olduğuna değinmek istiyorum. Senaryonun yazılım sürecine baktığımızda açık bir şekilde “Çehov” etkisini görüyoruz. Ceylan, filmin senaryosunun temeline iki farklı Çehov öyküsünü oturtmuş:  ‘Karım’ ve ‘İyi İnsanlar’. Karakterler özelinde karşılıklı uzun edebi diyaloglara sahip senaryo filmin üç saati aşan süresinin de müsebbipi fakat bu süre filmi sıkıcı kılmıyor aksine filmi bölümlere ayırdığımızda da çok rahat göreceğimiz gibi karakterlerin iç dünyasına girmemizi zamana yayarak karakterleri daha basit içselleştirmemizi sağlıyor.

“Kış Uykusu’nun üzerinde durulması gereken en dikkat çekici yönü, on dokuzuncu yüzyıl Rusya’sında geçen öykülerden devşirilmiş karakterleri günümüz Türkiye’sine yerleştirerek Çehov’un işlediği temaları yeniden ele alırken bu denli sahici, güncel, Türkiye’ye has bir hikâye anlatmayı başarmasıdır. “(1)

Bu açıdan baktığımızda Ceylan, Çehov’dan etkilenerek yarattığı karakterleri ülkemiz aydın algısına devşirmiş ve filmi izlediğimizde göreceğimiz gibi başarılı da olmuştur. Şimdi bu karakterleri tek tek ele almaya çalışalım. Film üç ana karakter üzerinden işliyor. Ana karakter Aydın (Haluk Bilginer) uzun yıllar tiyatroculuk yapmış ve sonunda eşi Nihal ile (Melisa Sözen) Kapadokya’ya, babasından kalma Othello Hotel’e yerleşmiş sözde bir aydın. Ablası Necla (Demet Akbağ) da eşinden ayrıldıktan sonra babasının topraklarına, kardeşinin yanına yerleşmiş pek bir uğraşı olmayan, babasından kalan gelirlerle geçinen bir karakter.

Filmin ilerleyen bölümlerinde Aydın, Necla tartışmaları etrafında ve Aydın’ın köyün imamı ve aynı zamanda Aydın’ın kiracısı Hamdi’yle olan diyaloglarında Aydın’ın benliğinde etrafımızda da bolca gördüğümüz çelişkileri daha baskın bir şekilde göreceğiz.  Bir örnek vermek gerekirse  Aydın tirajı az olan yerel bir gazetede normatif yazılar yazmaktadır. Bu yazılarda bölge halkı özelinde toplum eleştirileri sunmakta ütopik gibi görünen bir dünya görüşüyle insanları inceliğe, estetiğe ve sanata davet etmektedir. Ancak Aydın gibi babadan kalma gelir kalemleri olmayan bölge halkı hayatta kalmak fiiliyle meşgul olduğu için gününü hayatını kazanmaya ve dolayısıyla üretime harcamakta hatta kazancının belli bir kısmını kira olarak Aydın’a vermek durumundadır. Hayatta kalmak fiilini icra eden bireyler erken yaşta ilk çağlardan beridir kullanım haddi dolmayan kas gücüyle işler yapmak zorunda, dolayısıyla zorunlu eğitimlerini dahi tamamlayamamakta bundan dolayı Aydın’ın bakış açısıyla sanata ve estetiğe uzak bireyler olarak yaşamını devam ettirmektedir. Necla ve Aydın arasında tartışmaya dönen bir örnek üzerinden bu durumu somutlaştırmaya çalışalım.

“Aydın, aslında gerçek hayatta çok da yabancı olmadığımız bir tipleme ve Necla bunu anlatmak için seyirciye her türlü malzemeyle tarifi verip kenara çekiliyor. Aydın için sözde aydın tabirini kullanmamın sebebi de bu zira kendisi, pek çok konuda net ve değiştirilemez fikirleri olup bunları hiçbir zaman sorgulama zahmetine girmemiş biri. Necla’nın da dediği gibi inanç ve din üzerine ahkam kesebiliyor ama kendisi bir şeye inanmanın acizlik olduğunu düşünüyor. Üstelik bir şeye inanmayana da amaçsız gözüyle bakıyor. Kısaca fikirlerini olgu üzerinden değil, birey üzerinden değerlendirmeyi seçiyor. Onun için inanmak ya da inanmamak değil önemli olan; inanan ya da inanmayan. Olgu (ya da eylem) için doğruluk yahut yanlışlık muhakemesi yapmıyor, onun fikir dünyası insan odaklı düşünmeye çalışıyor. “ (2)

Filmin bir diğer bölümü olan Aydın, Nihal ilişkisine geçecek olursak. Aydın başlarda sahiplenici bir kimlikle Nihal’in pek çok işini kendi halletmeye çalışıyor. Fakat genç ve en verimli çağında olduğunu düşünen Nihal eşinin bu yaklaşımı yüzünden üretken olamadığı artık hayatta hiçbir amaca hizmet etmeyen bir vazo gibi kaldığı düşüncesine kapılıp Aydın’ı bu yaptıklarından dolayı bencillikle suçluyor. Nihal küçük kasabada üretken olabileceği düşüncesiyle bir dernek kurup köy okullarına fiziki destek sunmak için Aydın’dan gizli olarak bir çaba içerisine giriyor. Film içerisinde dernek toplantısına katılan köy öğretmeni ve kasabanın diğer varlıklı bireylerini gözlemlediğimiz zaman ülkemizdeki bir başka aydın yanılsamasını da görebilmeniz mümkün. Bu derneğin çalışmaları etrafında Nihal ve Aydın ilişkisindeki değişimi gözlemlerken Nihal’in evliliklerini sorgularken Aydın’ın kişiliğinde bulduğu çelişkileri bizim aydın tanımımızdaki çelişkilerle bütünlemek de mümkün.“Nihal, Necla’dan çok daha öte bir karakter lakin o da Necla ve Aydın gibi hırslarına yenik düşmüş, belirsizliğin karanlık sularında çırpınmaktan başka yapabileceği bir şey olmayan aciz bir tasvir. Necla’daki güçlü duruş Nihal’de yok; Nihal her ne kadar kendi ayakları üzerinde durmaya çaba gösterse ve kendini buna inandırmak için var gücüyle çalışsa da aslında başkalarının amaçlarına muhtaç bir araç olmaktan öteye gidemiyor. Aydın’ın da dile getirdiği gibi hayırseverlik adı altında birileri tarafından kullanılıyor. “ (3)

Son olarak yazımın  başında da değindiğim Kadir Cangızbay’ın  “Münevver  mi,   Entelektüel mi” adlı makalesinden durumla ilgili alıntılamalar ekseninde bir bütünleme yapmak istiyorum. Makalede de rahatça görebileceğimiz üzere münevverlikten aydınlığa geçerek aydın, kendi doğrularını, iyilerini, güzellerini topluma dayatabilmenin ve bunu meşrulaştırmanın hem en kısa ve en rahat hem de en emin yolunu kullanmış oluyor. Filmdeki Aydın karakterinin yaptığı fiiller üzerinden ve yöre halkıyla olan diyaloglarından da makalede geçen aydın tanımıyla filmde karakterimize ismini veren aydın tanımı üzerinde bir uzlaşı olduğunu düşünüyorum.

“Entelektüel ‘aydın’la karşılanıp okur/yazar/çizer’e indirgendiğinde amatör sosyologluk da, dünyanın en yaygın işlerinden biri haline gelir”(4) Entelektüel evrensel olanın peşinde olması gerekendir. Bu noktada entelektüel ‘ne inşa ettiği’ değil, ‘inşa etmesi’ esasında entelektüeldir. Bu yüzden entelektüel kavramını okur/yazar/çizer’e indirgeyemeyiz. Bu doğrultuda filmde yer alan gerek Aydın karakteri gerekse köyün diğer varlıklı bireyleri ve öğretmeni entelektüel tanımı dışarısında kalan, evrenseli yakalayamayan bireylerdir diyebiliriz. Zira entelektüellik bilgi gerektirir; fakat salt bilgi entelektüel olmaya yetmez.

“Entelektüel tavır, aynı zamanda bir eylemdir de; ya da eylem niteliği taşımıyorsa ne denli bilgiyle temellendirilmiş/donanmış/süslenmiş olursa olsun, tavır entelektüel değildir; ve adama, işte o zaman ‘entel’ derler/denmelidir.(5)

Filmdeki karakterlerde de açıkça gördüğümüz gibi kendi fildişi kulelerinden çıkmayıp tepeden halkı izleyerek onlara bir estetik kazandırmak istemek, en basitinden onları sosyal, kültürel açıdan yetersiz görüp bu durumu sadece dile getirmek bunu yaparken de kurulu düzenekle uyumlu bir dişli gibi işlemek entelektüellik değildir. Nuri Bilge Ceylan bu durumu senaryosunda çok güzel bir şekilde irdelemiş ve yalnızca ana karakterler üzerinden değil, yan karakterler üzerinden de bu durumu  beyaz perdeye başarıyla aktarmış. Filmin son kısmında ana karakterimiz Aydın, ortaya bir eylemsellik koymadan yalnızca içerisinde yaşadığı toplumu sert bir dille eleştirirken ve topluma karşı bir aidiyet hissetmezken aslında kendini bir yalnızlığa itiyor. Nitekim sonuç olarak bu duruş yakın çevresinde de bir etki buluyor ve önce ablası Necla, daha sonra da eşi Nihal’le de çeşitli sorunlar yaşıyor. Tüm bu sorunların odağında her şeyi yeniden düzeltmek için yeniden İstanbul’a dönme isteği, fakat bunu yapamayacak kadar korkak olması ve yine, yeniden bir türlü başlayamadığı kitap projesine geri dönmesi bu noktada Ceylan’ın izleyiciye verdiği muazzam bir mesaj ve aynı zamanda Aydın karakteri özelinde bir kişilik bunalımının noktalanması niteliğinde.

Tüm bunları göz önüne aldığımızda ‘Kış Uykusu’ özellikle senaryosuyla bireyci bir yaklaşımla toplumcu olunamayacağını, toplumu eleştirmenin eylemsellikle bütünleşip yapıcı bir nitelik kazanması gerektiğini Aydın karakteri üzerinden bize anlatmaya çabalamış ve bunu usta yazar Çehov’dan etkilenerek bir edebi uyarlama niteliğine bürüyerek yapmış. Özetle:

“Kış Uykusu, Aydın karakterine odaklanarak kış uykusuna yatmışçasına gerçeğe gözlerini kapatmış, kendi narsistik, korunaklı hayatlarının çıkışsızlığı içinde debelenmeye mahkûm küçük burjuvaların öyküsünü anlatırken ister istemez toplumsal bir alegori de sunmuş.”(6) Her ne kadar makalenin başından beri  konuyu aydın meselesine indirgemiş gibi görünmüş olsam dahi aslında temelde bahsetmek istediğim bu toplumsal alegoridir. Ceylan’ın ana karakterinin iyi ve kötü taraflarını homojen bir şekilde dağıtarak onu toplumun bir parçası gibi görmemizi istemesi de bu toplumsal alegorinin oluşmasını kolaylaştırmış. Bu yüzden Ceylan yarattığı Aydın karakterini şöyle tanımlıyor:

“Aydın karakterine bir ‘aydın’ olarak da bakmak istemiyorum aslında. İsmini Aydın koyduğuma da pişman oldum biraz. O zaman ‘o karakter üzerinden aydın meselesine bakıyoruz’a indirgeniyor film. Öyle değil. O bir karakter; hepimiz gibi iyi ve kötü tarafları olan bir insan. Sonuçta aydınlar da bir kalıptan çıkmış, birbirine benzeyen homojen yaratıklar değiller. Birisine bir özelliği yüzünden sinir olursun, bir başka özelliği yüzünden de hayranlık duyarsın. Biz tüm karmaşıklığıyla bir insan yaratmak istedik.”(7)

Film bu karmaşık insanın etrafında dönen birbirine dolanarak düğüm halini almış birey sınıf ilişkisini işlerken içerisinde küçük İlyas’ın Aydın’a attığı taş gibi ya da Nihal ve İsmail arasında geçen diyalog gibi Aydın ve Nihal özelinde sınıf çatışmasını somutlaştıran mesajlar içeriyor.  Bu mesajlar İsmail’in bir deste parayı gururunun üstüne taşımayıp şömineye atmasıyla da zirve yapıyor. Yakılan para metaforu gibi atılan taş metaforu da toplumun bir parçası olarak bize isabet ediyor.

 Alıntılamalar:

(1) (6) Coşkun Liktor / Bir Türkiye Alegorisi Olarak ‘Kış Uykusu’ / Altyazı Dergisi

(2) (3) Burak Hazine / Kış Uykusu / Sinematopya

(4)  (5) Kadir Cangızbay  /  Münevver’den Entel’e

(7) Altyazı Dergisi /” Nuri Bilge Ceylan’la Kış Uykusu Üzerine” başlıklı söyleşiden

 

 

Yorum bırakın