Annem’e… “Sermayem derdimdir, servetim ahım. Karardıkça bahtım karalansa da.” Aşık Mahzuni Şerif’in Çeşm-i Siyahım’ı belki de sırf bu dizelerinden dolayı annemin en sevdiği türkülerden biridir. Annem dokuz nüfuslu bir evde, beş çocuğun en küçüğü olarak dünyaya gelmiş. Büyüdüğü evde hane halkı kendisi dışında dede, nine, anne, baba, iki ağabey ve iki abladan oluşuyormuş. Her evin“Bir Buhranı Yaşamak: Benden Önce, Benden Sonra” yazısının devamını oku
Kategori arşivleri: EDEBİSPEKTİF
Büyük Buhranlar Heyulası | Manifesto
Bazı buhranlar bitmiyor. Geçtiğini sanıyorsunuz, iyileştiğinizi. Fakat sona ermiyor. Bir yara açıkken ve kanıyorken belki daha fazla acı veriyordur. Fakat önce kuruduğunda, sonra kabuk bağladığında ve nihayet o kabuk döküldüğünde – ki bütün bunlar zamanla oluyor. – küçücük bir iz kalıyor. Sonraları o iz de yok olup gidiyor tabii. Büyük buhranlar açık bir yaraya benziyor,“Büyük Buhranlar Heyulası | Manifesto” yazısının devamını oku
Saatler, Nesiller ve Düşünceler
“Zaman düşer ellerimden yereOradan tahta boşaSaatler çalışır izinsiz hep bir sonraya” 2018 yılı sonbaharında babam doğum günüm için bana bir kurmalı saat hediye etmişti. Başlarda vintage ürünlerin günden güne yeniden popüler olduğu bir konjonktürde babamın bu tutumunu tamamen modayla ilişkili olarak yorumlamıştım. Fakat babam hiçbir zaman modayı o denli yakından takip eden biri olmamıştı. Bu“Saatler, Nesiller ve Düşünceler” yazısının devamını oku
Sonbahardan Çizgiler
Pencerenin kıyısından uçsuz bucaksız uzanan bir ışık hüzmesiydi günün bu saatinde Ankara’nın gecekondu mahalleleri. Yüzümü biraz sola çevirdiğimde karanlığın içindeki soluk belli belirsiz ışık taneleri yerini parlak capcanlı göz kamaştıran bir kristalliğe bırakıyordu. Binalar karanlığı yırtıp geçerek yükseliyordu göğe doğru. Ankara’nın kaderi bu’ydu, neredeyse yüz senedir. Belli belirsiz bir geçişkenlik haliyle Ahmed Arif’in kar altındaki varoşları yerini Ümitköy’de rezidanslara bırakıyordu. Rezidans dediğimiz şey beyaz yakalılara toplu konut demişti bir dostum. Hoş Arif’in varoşları da artık kar altında değil, toplu konut idaresinin boyunduruğu altındaydı belki de.
Başlıksız
Başkentte yağmurlu bir akşamüstüydü. Okunacak tüm makaleler okunmuş, yazılacak tüm metinler kaleme çoktan alınmış revize edilmek için gerekli geri dönüşleri bekliyordu. Başkentte yağmurlu bir akşamüstü bir de iş çıkış saatine rastlıyorsa eğer, bu aynı zamanda kaos demekti. Ulaşım için toplu taşımayı kullanıyor olmanız sizi trafiğin stresinden biraz olsun uzak tutabilse de bu tercihin de kendi“Başlıksız” yazısının devamını oku
Hiçliğin Sonunda
Güne gözlerini açtığında yanında kimse yoktu. Standart bir çift kişilik yatak olmasına rağmen çok daha geniş görünen, üzerinde koyu sarı tonlarında desensiz bir nevresimin serili olduğu bir yataktaydı. Başını koyduğu yastık dışında tam iki yastık daha vardı yanında. Hava serindi ama üzerini örtebileceği hiçbir şeyi yoktu. Usulca doğruldu.
Babamın Defteri
Saat sabah altıya geliyor. Güneş yavaş yavaş kafasını göstermeye başladı bulutların arasından. Kuşlar doğanın sabah alarmı tabirinin hakkını verircesine ötüyor ve ben internetin yüce gücünü kullanarak hiç tanımadığım birine belki ulaşır diye bu hikayeyi kaleme alıyorum.
Dizeler II
Geldik yine bir ayın sonuna, Kayıp türküleri mırıldanarak geçen geceler gibi, Hiç olmayan kadınları gibi Attilâ İlhan’ın Paramparça ettik yine zamanı, Çorbamıza doğradığımız ekmek gibi lime lime Bir kuşun kanat çırpışı gibi hızla geçen ömrün sonuna geldik. İşte geldik, gidiyoruz. Bozulan bir saatin volanı gibi Devrilen bir ağacın yaprağı Tanpınar’ın yekpare geniş bir“Dizeler II” yazısının devamını oku
Hafıza
Salonda bulunan çalışma masasına oturdu, sağ alt çekmeceden bir tomar kağıt ve bir adet silah çıkardı ve masanın üzerine koydu. Ardından masanın üzerinde bulunan oyuncak arabayı aldı, adeta bir canlıyı severmişçesine sevdi, sevdi, sevdi… Ve en sevdiği dolma kalemiyle yazmaya başladı.
“Ölüm Allah’ın Emri Ayrılık Olmasaydı”
“Tüfeğini depoya koydular, Esvabını başkasına verdiler. Artık ne torbasında ekmek kırıntısı, Ne matarasında dudaklarının izi; Öyle bir rüzigâr ki, Kendi gitti, İsmi bile kalmadı yadigâr. Yalnız şu beyit kaldı, Kahve ocağında, el yazısiyle: