Yolculuk

Kara bulutlar yağmuru mu müjdeler, yoksa bu bir şanssızlığın habercisi midir? Bilemeyiz. Hayat bizim için bazen şanssızlıklarla kaplı olabilir.  Bu şanssızlıklardan bazıları gülüp geçtiğimiz basitliklere yol açarken bazıları bizi isyana sürükler. Yaşamın kıyısında bir uçuruma yuvarlanırcasına ağız dolusu bağırmak isteriz.

Dar bir zaman dilimine sığdırmam gereken yoğun bir programın ortasında olduğumdan gündelik hayatın pençesinde dış dünyayla bağlantımı sınırladığım bir iki günden biriydi. Beşiktaş İskele’den dolmuşa bindiğimde saat gece yarısını gösteriyordu. Denizden esen hafif nemli rüzgâr yüzümü okşuyordu. İçime çektiğim hava o kadar ılıktı ki yüzümde kendiliğinden bir gülümseme meydana geldi. Dolmuş şoförünün hemen arkasındaki boş koltuğa oturdum. Kulaklığımdan gelen güzel ezgilere kapılmak üzereyken omzumu delen birkaç dürtme hareketiyle doğruldum ve bir muavin edasıyla arkadan uzatılan paraları şoföre ulaştırmaya başladım. Saatten ya da bir hafta içi günü olmasından olsa gerek trafik yok denecek kadar azdı. Gideceğim noktaya hızla ulaşmanın verdiği bugün şanslıyım hissi cama vuran damlalara kapılıp gitti. İneceğim durağa yaklaştıkça cama vuran damlalar da hızlandı ve nihayet ufukta Dördüncü Levent görüldüğünde yağmura kapılmam gerektiğini anımsadım. Bu şanssızlık gülüp geçilecek küçük şanssızlıklar kategorisine giriyordu. Hatta böylesine güzel bir İstanbul akşamında yağmurda yürümek belki de beni şanslı yapıyordu. Pek de hızlı olmayan adımlarla yürürken aslında nasıl bir trajediye doğru yol aldığımın farkında değildim. Her şanssızlık bir şans doğurabilir miydi? Yoksa bu yağmur İngiltere’de sürpriz bir şampiyonluğu müjdelerken İzmir’de bir çöküşü mü yaşatıyordu? Leicester’ın şampiyonluğu bir şans iken Karşıyaka şanssız bir şekilde bir alt lige mi düşüyordu?

aa

Bazı insanlar doğuştan şanslıyken bazıları kendi şanslarını kendileri yaratmak zorundadır algısı yıllardır insanlar arasında bir tartışma konusudur. Tıpkı yetenek mi yoksa çalışma mı insanı ileriye taşır tartışması gibi. Şans denen olgunun gerçekten insanların hayatına yön verip vermediği tartışmasına girmeyeceğim fakat bildiğim bir şey varsa ne Leicester’ın şampiyonluğu ne de Karşıyaka’nın bir alt lige düşmesini yalnızca ‘şans’ kavramıyla açıklayamayız. Bunun için biraz geriye sezon başına dönmeliyiz.  Leicester City yeni sezon planlamasını yapmaya başlamadan önce geçen yıl 25 milyon pound kâr açıklamıştı ve sezon başında ilk on bire eklenen transfer sayısı bir elin parmaklarından bile azdı. Antrenör seçiminde tercihini Claudio Ranieri’yle kullanan Leicester, bu tercihiyle İngiltere’de çokça eleştirilmişti. Ancak bu sezon içinde teknik adam değiştirme yanılgısına düşmeye gerek duymayacak kadar akıllıca bir tercihti. Tüm bunların üzerine daha önce Premier Lig şampiyonluğu yaşamamış bir şehrin heyecanı eklenince  iç sahada ligin en fazla puan toplayan takımlarından biri ortaya çıkmıştı. Karşıyaka ise yeni sezon planlamasına yeni yönetimin iddialı kadro kurma hevesiyle başladı. Kadroya Necati Ateş, Gökhan Ünal, Engin Baytar, Çağlar Birinci gibi Süper Lig kariyerli oyuncular eklenirken antrenör tercihi geçen yıl Kayserispor’u Süper Lig’e taşıyan Cüneyt Dumlupınar’dan yana kullanıldı. Fazlaca Süper Lig kokan bu iddialı kadro taraftarı fazlaca heyecanlandırırken beklentileri de haliyle üst düzeye taşıdı. Ancak istenilen başlangıç yapılamayınca henüz yedinci haftanın sonunda geçen yılın şampiyonu teknik adamla yollar ayrıldı. Bu sonun başlangıcı gibiydi. Tüm sezon boyunca Karşıyaka bir kongre, beş farklı teknik adam devre arası takıma katılan yeni isimleri gördü. Fakat tüm bu değişim aranan ihtiyacı gideremedi. Giderek açılan makas, yönetimin çözüm bulamadığı maddi problemler, takımın ligin dibine demirlemesine neden oldu. Sezon başında şampiyon teknik adam ve iddialı isimlerden kurulu bir kadroyla lige şanslı başlayacağı düşünülen Karşıyaka ve eleştirilen bir teknik adam tercihiyle bütünleşen mütevazi bir kadro yapılanmasıyla pek de şansı olduğu düşünülmeyen Leicester’ın yolu tuhaf bir biçimde kesişiyordu.

Yağmurlu bir İstanbul akşamında yürüdüğüm yolun sonunda aldığım iki haberden biri Tottenham’ın puan kaybı sonrası Leicester City’nin  ilk Premier Lig şampiyonluğuna ulaşmış olduğu iken diğer haber Karşıyaka’nın Birinci Lig’e veda ettiğiydi. Hayatın içerisinde şansın ya da şanssızlığın nerede başlayıp nasıl biteceğini ya da neyin bir şans neyin bir şanssızlık olduğunu asla tanımlayamayız. Kendimize güvenerek çıktığımız bir yolda bize bağlı olduğu kadar bizden bağımsız olarak da hareket eden pek çok değişken var  ve bizler bu değişkenleri günün bize getirdikleriyle beraber doğru bir şekilde yönetebilirsek başarıya ulaşabiliyoruz. Yani eğer Karşıyaka süreci daha farklı yönetebilseydi ya da Leicester’a yapılan eleştiriler haklı çıksaydı bugün paralel bir evrende bambaşka bir hikâyeyi okuyor olabilirdiniz. Sonuç olarak ıslak saçlarıma aldırış etmeden bir apartmanın giriş basamağına oturmuş yağmurun yavaşlamasını beklerken aldığım bu iki haber aklıma ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ filminde Savaş Dinçel’in can verdiği Hacı ve takımına dönüp kurduğu şu cümleyi getiriyordu:

“Hayat futbola fena hâlde benzer.”*

 

 

Alıntılamalar:

*Dar Alanda Kısa Paslaşmalar / Serdar Akar / 2000 Türkiye

 

Yorum bırakın