Basketbolun 5N1K’sı

Dünya üzerindeki en popüler spor futbol mudur? Bence tartışmaya gerek yok. Peki, bir şeyin en popüleri ile en iyisi veya en güzeli hep aynı mıdır? İşte bu tartışma konusu. Bu yazı dizisinde,  dünyada ve özellikle ülkemizde sporun ikinci adamı olarak görülen basketbolu inceleyeceğim. Hadi biraz derinlere inelim.

Basketbol Nedir?

Şeftalinin bir türevidir aslında. Nasıl mı? Takvimler 1891’i gösteriyordu. Genç Erkekler Hristiyan Birliği (YMCA) adındaki spor kulübü için zor günlerdi. Çok sert bir kış yaşanıyordu ve öğrenciler günlerce kapalı kapılar ardında kalıyordu. İşin kötü tarafı, kar fırtınasından dolayı dışarı çıkıp antrenman yapamadıkları için enerjisi fazla gelen bu gençler taşkınlık yapmaya başlamışlardı bile. Bu sorun çözülmeliydi ve asıl adam bunun için hazırdı. James Naismith YMCA’da beden eğitimi öğretmeniydi ayrıca askeri alanda papaz olmanın getirdiği bir disipline de sahipti. Etrafındaki tehlikenin farkında olan Naismith; ‘bir gün’ öğrencileri için farklı antrenman metotları ararken, aklına çevrede bulduğu herhangi bir sepet olan şeftali sepetini yerden 3 metre yükseğe monte etmek geldi. Şeftalinin tüylü yüzeyine dokunmaktan huylandığını düşündüğüm bu isim çareyi sepete futbol topu atmakta buldu. Daha sonraları, atılan topun sepetin içinde kalması keyifleri iyiden iyiye kaçırmaya başladı ve bizim bu kutsal şeftali kasesinin alt kısmı çıkarıldı. Böylelikle şimdiki potaların atası olan bu şeftali sepeti bu sporun isim babası oldu. (Basket=sepet, ball=top)

inaismi001p1

İlk gün çoğu zaman zor ve sancılıdır. Basketbolun ilk günü ise gerçek anlamda sancılıydı. Naismith, ‘o gün’ zapt etmekte zorlandığı öğrencilerini çağırdı ve dokuzar kişilik iki takıma ayırdı. Oyundan kısaca bahsetti ve düdüğü çaldı. Tarihteki ilk basketbol maçı başlamıştı ama sonu maalesef Yeşilçam filmleri gibi mutlu bitmemişti. Maçtan önce pekmez yemişçesine ateşli bu iki grup ilk önce mücadele etmeye sonra da kavga etmeye başlamıştı. Öğretmenleri sahaya girip ayırdığında birinin gözü morarmış, biri bayılmış, birinin de omzu çıkmıştı. Tedavi için bulunan bir ilacın daha sonraları uyuşturucu amacıyla kullanıldığı bir dünyada, insanoğlu yine güzel bir buluşun kötüye kullanımının eşiğindeydi. James Naismith, bir Fight Club kurma amacında değildi dolayısıyla oyunun bir daha oynanmasını yasaklamıştı. Tabi yasak olan herhangi bir şey gibi bu oyunun da cazibesi gözleri kör etmişti. Bizim öğrenciler de durmadı haliyle, elinden tableti alınmış küçük çocuk gibi ısrar etmeye başladılar. Neyse ki basketboldan severek ayrılan Naismith kalbinin sesini dinledi ve ısrarlara boyun eğdi. Lakin şartları vardı. Oyunda düzenlemeler getirilmeli ve kurallar konmalıydı.

Naismith çok geçmeden oyuna 13 tane kural koymuştu. Çoğu oldukça basit ve açık kurallardı. Şüphesiz ki faul ve hareket ederken topu yere vurma kuralları en önemli kurallardı ve bir nebze şiddetin önüne geçmişti. Oyun popülerleştikçe oynayanı arttı ve yeni kural ihtiyaçları ortaya çıktı. Arz talep dengesini sağlamak üzere kurallar şimdiye kadar bolca kez gözden geçirildi ve hala bazı düzenlemelerin üzerinde tartışılıyor. Bu kuralların hepsini yazmaktan ziyade bazen gözden kaçan kurallardan bahsedeyim ben de. Öncelikle “offside” diye bir kural yok. Takımınız hızlı hücumdan (fast break) sayı yerse, gol yemiş Rüştü gibi elinizi kaldırmayın. Fakat buna benzer bir kural mevcut. Halısahalardaki defansa gelmeyip sürekli forvette bekleyen beleşçileri önlemek için boyalı alanda 3 saniyeden fazla toplu veya topsuz herhangi bir oyuncu kalamaz kuralı kondu. Sanılanın aksine 1958-1973 yılları arasında oynayan basketbol efsanesi Wilt Chamberlain’in dominant oyunu yüzünden konulduğu düşünülen bu kural aslında 1936 yılından beri mevcuttur. Eski yıllardaki düşük tempoda oynanan maçların hızlı hale getirilebilmesi için rakip sahaya 8 saniye içinde geçme zorunluluğu vardır ve rakip sahaya geçtikten sonra kendi sahasına geri dönüş olmaz. Yani basketbol bize arkamıza bakmadan hep ileriye gitmeyi öğütler, fazla abartmayıp hücum faul yapmamamız şartıyla tabi. Seyir zevki açısından smaç basketin yeri ayrıdır ama seyirciyi belki de en fazla gaza getiren şey faul yapılan kişinin bir de faul anında basket atmasıdır. Basket faul olarak adlandırılan bu hareket bir hücumda 3 sayı atmaya olanak tanır. Peki bir şutla 3 sayıdan fazla sayı atılabilir mi? Üzgünüm ama böyle bir kural mahalledeki abilerin küçük çocukları kandırmak için kullandığı bir hayal ürünüdür. Sadece 3lük atış anında basket faul olursa serbest atış ile 4. sayıya tamamlanabilir. Son olarak belki de anlaşılması en zor kural olan ‘steps’ten bahsetmek gerekir. Hatalı yürüme olarak Türkçe’ye çevrilen bu kural amiyane tabirle topu yere vurmadan yürümek anlamına gelir ve tespit edilmesi görece olarak daha zordur.

Yeni kurallar ışığında basketbol bulunduktan 4 yıl sonra okulun birden popüler sporu haline geldi. Kulaktan kulağa yayılıyor, ünü her geçen gün artıyordu. O günlerde James Naismith’in iş arkadaşı yine YMCA’da çalışan William G. Morgan süreci yakından takip ediyordu. Oyuncuların fazla temas kurmasını engellemeyi planlarken aklına iki saha arasına file koymak geldi. Topla oynanan bir oyun düşünüyordu yine. Bu spor bir yerden tanıdık geldi mi? Evet, basketbolun buluşundan 4 yıl sonra yine aynı topraklarda  William G. Morgan tarafından voleybol bulundu. Basketbol ülkeyi derinden etkilemeye başlamıştı artık.  Zaten 10 yıl içerisinde tüm ülkede oynanmaya başlamıştı bile.

Yorum bırakın