Şimdi Bana Kaybolan Yıllarımı Verseler

Yazının başlığı bir Sezen Aksu şarkısıyla aynı ismi paylaşınca bir çoğunuz bu başlığın altında saf bir romantizmle esneyen yabancı oyuncu kuralının Süper Lig’e yansımasını ya da ligin son yıllarda süreklendiği kaos ortamını anlatmamı bekleyebilirsiniz. Fakat ben tüm bunlardan bağımsız olarak tamamen kişisel bir Formula1 yazısı yazmaya çalışacağım. Burada size Formula1 tarihinden kesitler sunarak kafa karıştırmak gibi bir niyetim yok. Başlıktan da anlayabileceğiniz üzere tamamen romantik ve kişisel tespitlerime dayalı bir motor sporları yazısı sizleri bekliyor.

Herkes Formula 1’in altın yıllarının Michael Schumacher ile başladığını elbette bilir. Ancak altın yılların Schumacher’in F1’den ayrılmasından sonra bittiğini de düşünür. Bana kalırsa altın yılların bitişi tamamen pragmatist sürücülerle oldu. Halen Avrupa dışında yarışlara ilgi üst düzey sayılabilecek konumda olsa da izleyicilerin neyi ve kimi izledikleri hakkında fikirleri dahi olmadığını düşünüyorum. Örneğin Singapur Grand Prix’inde elinde Finlandiya ve Mercedes bayrağı bulunduran izleyicilerin bulunmasından anlaşılacağı gibi. Formula 1’in artık sıkıcı olmasının bir çok nedeni var. Motorların güçlerinin azaltılması (1.6 v6 süpürge sesli motorlar) , motor üretici firmalarının F1 den ayrılması(Toyota, Ford Cosworth) , pragmatist sürücüler vs… Ama bana kalırsa en büyük etken pragmatist sürücülerin sayısının artması oldu. Çünkü sürücülerin artık bir sürüş tarzları veya kendine özgü karakterleri yok. Bir Hakkinen-Schumi, Montoya-Ralf, Alonso-Raikkonen çekişmelerini artık yaşayamıyoruz. Tüm bunların  nedeninin ne olduğunu sorduğunuzu duyar gibiyim. Aslında çok basit bir cevabı var. Artık her şey kazanmak için. Tarzın, kişiliğin bir önemini yok. Sebastian Vettel Redbull’da dört sene arka arkaya şampiyon oluyor ama bizim hafızalarımıza kazınan Vettel’e ait tek bir görüntü bile yok. Neden mi? Vettel’in kendine has bir tarzı yok. Şu anda bir tarza sahip 3-4 sürücü de F1’den uzaklaşırsa NASCAR yarışları tadında Formula 1 yarışları izleyeceğiz demektir.

Bu sıkıcı süreçte takımların etkisi tabi ki çok büyük ancak aslan payının pragmatist sürücüler ve sürüş tarzlarında olduğunu düşünüyorum. Bu sezon Mercedes sürücülerinin domine ettiği sıralama turları ve yarışlar izledik. Genelde birinci sıradaki sürücü yaklaşık 35 saniye farkla hiç geçiş yapmadan yarışı bitiriyor. Yani bir nevi copilotlu uçak havasında giden bir araç, televizyon karşısında herhangi bir kaza veya sarı bayrak bekleyen izleyiciler… Düşük bütçeli F1 takımları ise sürücülerinin agresifliğine prim vermemekte ve yarış hiç geçişsiz ve olaysız bitmekte. Son altı sezonda dört Vettel, iki Hamilton şampiyonluğu yaşadık. Geride kalan sıkıcı altı sezonun portresi bu şekilde ve maalesef bu altı sezonda akıllarda kalan tek tük olaylar dışında herhangi bir hatıra bulunmamakta.

2000’li yıllara baktığımda sürücülerin pist içinde ve dışında birbirleriyle daha aktif çekiştiği ve kontakta olduğu gözümün önüne geliyor. Mika Hakkinen artık F1’den sıkıldım zamanımı kendime ayıracağım dediğinde, Schumacher’in sadece iki şampiyonluğu vardı  ve yarışlar çok daha heyecanlıydı. Telsiz konuşmalarında bile sürücülerin agresifleştiğini, kızdığını, tepki gösterdiğini görebildiğimiz dönemlerdi. Raikkonen’in lider gittiği yarışta ondan arabayı sabitlemesi ve uygun modda sürmesi istendikten yalnızca bir tur sonra en hızlı turunu atması ve takıma karşı gelmesi artık F1 için sadece o zamanlardan kalan anılardan biri. 2005 yılı Belçika Grand Prixi pit çıkışında Schumacher’in Bar pilotu Takuma Sato’ya çarptığı anlarda söylediği sözlere baktığımızda o zamanların havasının daha farklı olduğunu hissedebiliriz. Bar pilotu Sato’nun kararsız kalıp pistte ani frenaj yapması sonucu Schumi, Satoya çarptı ve sinirli bir şekilde pite koştu. Röportajında Schumi Sato için:

 “Onun bir çok kez Hara-Kiri girişimlerini izledik. Bugünde bunlardan bir tanesini bize gösterdi. Onunla konuşmalı ve ona yardım etmeliyiz. Sanırım terapiye ihtiyacı var.”

Dedi. Takip eden dönemde Schumi üç yarış arka arkaya yarışı bitirememiş ve Alonso’ya şampiyonluğu kaptırmıştır. F1’in altın yıllarında sürücülerin hisleri, karakterleri ve sürüş stilleri de ön plandaydı. Bu tarz enstantaneler bu dönemde hep yaşandı ve her sürücünün kendi karakteri dahilinde yarışlara renk katması önemliydi. 2010 sonrası pilotların makineleşmesi, seyircilerin beklentilerini karşılamamakta. Robotik araçlar ve pilotlar F1’in popülaritesini azaltmakta ve seyirci pitlerden hatta televizyon karşısında yarışları izlemekten dahi uzak durmakta.

hakkinen-schumi

Yazının başından beri tamamen kişisel gözlemlerime dayalı olarak aktardığım sebeplerden dolayı Formula1’in geleceğiyle ilgili karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Fakat sanırım motor sporlarının o heyecanlı yanı tamamen sönmüş değil. Bu sene bir umut ışığı yeşerdi ve devamı gelebilecek durumda. Belçika Grand Prix’i startında Ferrari sürücüleri Vettel, Raikkonen ve Redbull sürücü Max Verstapen bir kazaya karıştı. İlk startta Ferrari sürücülerini yarış dışında bırakan Max Verstapen suçun kendisinde olmadığını şu sözlerle anlattı.

“Eğer yarışımı berbat ederlerse onların işlerini kolaylaştırmam. Bunu anlamalılar.””Onlara ‘gelin geçin’ demeyeceğim. Ama tüm bunlar ilk virajdan sonra oldu. Eğer o olay olmasaydı bu kadar agresif olmaz ve Kimi’yi dışarı itmezdim.”

demesinin ardından İceman her zamanki soğukkanlılığı ve abi tavırlarıyla:

 “Herkes istediği gibi konuşmakta özgür. Daha önce söylediğim gibi ona karşı bir şeyim yok ancak belli şeyler doğru değil.” ‘Olaylar olabilir, Ancak burası aptalca davranmaya başlayıp öç alacağınız yer değil.”

Dedi. Bu arada Verstapen’in 18 yaşında bir genç olduğunu unutmamakta fayda var. Yaşanan bu gereksiz olay bile F1 severlerin heyecanının artmasına yetti. Seyircinin yeniden kimlik kazanan ve agresifleşen sürücülere özlem duyduğunu bu haberin günlerce haber sitelerinde dolaşmasından da anlayabiliriz.

Gelelim ülkemizdeki F1 seyir durumuna. Bu konu farklı bir yazının geniş puntolarına konu olabilir. Fakat kısa da olsa yayınlarla ilgili bir şeyler yazmam gerektiğini düşünüyorum. En son geçiçi yayın yapan kuruluş Singapur Grand Prix’inde sıralama turları bitmeden yayını kesince F1 severler ülkemizin F1’e bakışını anlamış oldu. Üstüne Bernie Eccolstone, Liberty gruba F1’in yayın haklarını sattı ve herkesin kafasını karıştırmaya devam etti.

Son olarak Williams pilotu Massa’nın üzücü vedasının arkasından tutkulu F1 izleyicilerinin 2000’lerin rüya çocukları Alonso, Raikkonen ve Button’un daha geç veda etmesini beklemekten başka çaresi kalmadı. Artık son umudu alttan gelen parlak yüzlü pilotlar olan biz F1’in umutlu seyircileri o günleri hatırlayıp iç çektikten sonra, Bernie Eccolston’u arayıp “şimdi bana kaybolan yıllarımı verebilecek misin Bernie?” diye sormayı hep hayal ettik. Kim bilir gelen günler yeni bir Hakkinen-Schumi çekişmesini bize getirir. Belki de bir Sezen Aksu şarkısı tüm bu karamsarlığı birazcık umutla sonlandırır.

Bonus: 1998 Belçika GP’ine değinmeden edemezdim. Bu yarış henüz başında gelen devasa kazayla belki de Formula 1 tarihinin en unutulmaz yarışlarından biri olurken,  Schumi’nin Mclaren garajına dalıp David Colthard’la yaşadığı gerginlikle  zirve noktasına ulaşmıştır.

Yorum bırakın